Şiirlerim Temmuz 2015’ten bu yana yeni blog sayfamda :
http://erginbay-siirleri.blogspot.com.tr/
………
………
Dallarımda Kar
Gün benim neyimdi, bilemeden geçti yıllar.
Nice bulutlar süzülüp geçti yanağımdan,
köklerimi yanıltmadı toprak;
ah olmasaydı kabuğumdaki bu tanıklıklar.
Gün benim neyimdi, şimdi dallarımda kar;
içimde sakin bir hasret var.
Yolda olduğumu bilirdim, yol benim ikizimdi;
tohum ışırdı yapraklarımın arasından, yol bunu bilirdi.
Kar gizlerimizi vururdu yüzümüze:
aşk aydınlığındaydık o zamanlar.
Dağa boy verdim, açtım kendimi;
yan yana oluşumuza sevindim.
Dilini anladım, dilimle çözüldüm;
mevsimlerin neremizden geçtiğini gördüm.
Sularını dolaştır aynalı patikamdan,
işte terimi sildim.
Hiç anlamasam da olur; gün benim neyimdi,
şimdi dallarımda kar;
içimde sakin bir hasret var.
O kadar..!
Şerif Erginbay
Gev Kemiği
-Şairin Ölümü Üstüne-
“Kuş ölünce Gev Kemiği’ni kırmak gerek”, dedi kadın:
“Değilse sonsuza dek acı çeker.”
Şairi ellerinden tutup yere yatırdı, göğsünün üstüne oturdu, ata biner gibi.
Sonra panter gibi sıçradı, neredeyse çınarın alt dallarına kadar ve bütün gücüyle indi şairin göğsüne: kaburgaları güneşte gevremiş bir sepet gibi çatırtıyla kırıldı.
Son soluğuyla sordu şair: “Neden yalnızca Gev Kemiği’mi kırmadın?”
Kadın: “Eğe kemiklerinden birisi olduğunu gördüm düşümde ama hangisi olduğunu bilmiyorum ki!”
“Yazılacak şiirim kalmadı mı artık?”
Yanıt yerine gölgeli bir gülümseme bıraktı kadın şairin üstüne.
Son duyduğu dalda bir mavi kuş şarkı söylüyordu: gökte yankılanan sesiyle.
Şerif Erginbay
Fotoğraf: “Tepe”; Murtiçi’nden Taşlıca’ya bakışla.. Akseki / Antalya
Tepe
-Bir Düşülkenin Yurt Edinme Öyküsü-
l
Ben tek başımaydım. Çocukluğumun kıyısında yüzdürüyordum
taşlarımı. Sonra onlar geldiler: Düşlerine boyun eğen dik kafalılar!
Kocaman yürekleriyle yorumladılar hayatı. Çocukluk düşlerimiz
saçıldı orta yere: Birbirine karışan izlerin taradığı bellek.
Kim eğilmeden geçip gidebilir onun gölgesi önünden
yaşamı karşılamaya!
ll
Düşlerimize yer aradık.
Erden argıtlar yol verdi. Birkaç adımda özgürlüğü denedik.
Yazgımızı karıştırdık bir tepeninkiyle. Bazen bungun aylar çevirdi
sayfaları. Bazen şimşekler yılları böldü. Gündeşti acı ve coşku
orağın adaletinde. Savruluyordu her şey imgelemin
o daracık harman yerinde.
Açık yüreklilikle ulaşıldı oraya. Yıllanmış yenilgilerin kahrıyla
kabaran toprak yadsımadı hiçbir adımı. Çakmaktaşlarının insafsız
sınavında berkitildi beden ve tin. Çocuklar parmak uçlarından
başlattılar özgürlüğün yürek atışlarını. Ve “Tepe” oldu orası.
Geri dönmeyi yedekleyerek yola çıkanların paramparça oldu
düşleri kayalıklarda.
Düşbazlar yankılarını bile götürdüler sır gibi sakladıkları
aldaçlarının terkisinde.
lll
Tohumun çıtlayan ürpertisini, yorgun toprağın aceleci su içişini
bir ikindi vakti öğrenebilir Tepe’nin çocukları. Kanatlarında güneşin
altın tozlarını taşıyan arının gizini, dupduru bir öpüşün
bütün ömre sığabileceğini bir ikindi vakti öğrenebilirler.
Öğrenirler ve susarlar!
Susarlar: Tepe’de kocaman üşür ay!
Kocaman düşlerin gebeliğinden. Bir şafak öncesi fırlayıp gidebilir
gecenin en dingin yerinden.
Yalnızlığın gökadasında açar düşülkenin göğem çiçekleri.
Kaygıların toprağında ışıldaklardır. Umudun gölgesinde
hep yanacaklar… hep yanacaklardır…!
Çoğul Yanar
Rüzgar;
camdan yüzünü yalayan, saçlarını dağıtan,
ömrün kör kavşağını göremeyen rüzgar,
kör olmuş bakışlarının boşluğunda; esme..!
Yollar;
götürmesen canı, bozsaydın tekerin hesabını;
patikalar; saklı umudu ezilip çiğnenmiş çiçeğin
elleri bembeyaz, değmedi daha aşka; kesme..!
Ay ağlar;
yitirmiş yüzünü, dere boyunca ıslık çalar.
Çakmak: beden çırağ; dağları yutar is kokusu;
gider uzaklara, saçlarında hiç dinmeyen rüzgar;
Çoğul yanar,
gözyaşı ülkesi dağ taş, caddeler sokaklar,
evlerin yalnız köşeleri ağlar; kalbin avuntusu
bileklerimiz kan, dinmiyor acılar; ey rüzgar; esme..!
Şerif Erginbay
ZEKİ ERGİNBAY
Ad bir çiçektir, derdi köyün bilge kadını: Yaşlı, okumasız yazmasız, dağların ırmakların belleği!
İlk gençliğim yolunu ararken portakal bahçelerinde içilen şaraplarda, meydanlarda omuz omuza, örgüt evlerinde okunan kitaplarda, sabahsız sigaralarda çaylarda; senin işkence izleri ve kurşun yarasıyla örselenmiş cansız bedenin 2 Şubat 1977’de bir çığ gibi düştü üstümüze Zeki Erginbay!
Bir çiçek adın dünyanın yaşında. Her eksik yaşam alınmamış bir intikamdır hayattan; ölümün borcunu üstüme aldım, adını adıma. Alındım üstüme üstüme dünyanın karanlığını, hoyratlığını gecelerin ve güneşli günler umuduyla yeşerdim.
Yeniden öğrendim:
Ad bir çiçektir kalbin üstüne.
ŞERİF ERGİNBAY
Sen Giderken
Nemini verip arsız güneşe,
Yoksul ruha nedir ki gölge;
Yüzüm kupkuru sen giderken.
Küskün yolcu boş verdi terine,
Nasıl değer ki çiçeklerine;
Dalım kupkuru sen giderken.
Yorgunluğum çatlıyor tenimde,
Gerçek susuz unutulan elimde;
Ruhum kupkuru sen giderken.
Beklediğim yağmur küs iklimde,
Aşkla yoğrulamazsam, sessizce;
Özüm kupkuru sen giderken.
Çığlığım kavruluyor güneşte,
Sesimi yüklediğimde acı yele;
Dilim kupkuru sen giderken.
Anaydım şefkatimin veriminde,
Kesildi suyum terk edişinizde;
Göğsüm kupkuru sen giderken.
Şerif Erginbay
Tepe
– Bir Düşülkenin Yurt Edinme Öyküsü –
l.
Ben tek başımaydım. Çocukluğumun kıyısında yüzdürüyordum
taşlarımı. Sonra onlar geldiler: Düşlerine boyun eğen dik kafalılar!
Kocaman yürekleriyle yorumladılar hayatı. Çocukluk düşlerimiz
saçıldı orta yere: Birbirine karışan izlerin taradığı bellek.
Kim eğilmeden geçip gidebilir onun gölgesi önünden
yaşamı karşılamaya!
ll.
Düşlerimize yer aradık.
Erden argıtlar yol verdi. Birkaç adımda özgürlüğü denedik.
Yazgımızı karıştırdık bir tepeninkiyle. Bazen bungun aylar çevirdi
sayfaları. Bazen şimşekler yılları böldü. Gündeşti acı ve coşku
orağın adaletinde. Savruluyordu her şey imgelemin
o daracık harman yerinde.
Açık yüreklilikle ulaşıldı oraya. Yıllanmış yenilgilerin kahrıyla
kabaran toprak yadsımadı hiçbir adımı. Çakmaktaşlarının insafsız
sınavında berkitildi beden ve tin. Çocuklar parmak uçlarından
başlattılar özgürlüğün yürek atışlarını. Ve “Tepe” oldu orası.
Geri dönmeyi yedekleyerek yola çıkanların paramparça oldu
düşleri kayalıklarda.
Düşbazlar yankılarını bile götürdüler sır gibi sakladıkları
aldaçlarının terkisinde.
lll.
Tohumun çıtlayan ürpertisini, yorgun toprağın aceleci su içişini
bir ikindi vakti öğrenebilir Tepe’nin çocukları. Kanatlarında güneşin
altın tozlarını taşıyan arının gizini, dupduru bir öpüşün
bütün ömre sığabileceğini bir ikindi vakti öğrenebilirler.
Öğrenirler ve susarlar!
Susarlar: Tepe’de kocaman üşür ay!
Kocaman düşlerin gebeliğinden. Bir şafak öncesi fırlayıp gidebilir
gecenin en dingin yerinden.
Yalnızlığın gökadasında açar düşülkenin göğem çiçekleri.
Kaygıların toprağında ışıldaklardır. Umudun gölgesinde
hep yanacaklar… hep yanacaklardır…!
Şerif Erginbay
Dinnn..!
Çürük ve çamurlu kayalar gibi boşaltıyorlar sözlerini üstümüze ve ardından yılan yüzlü yarım gülümseyişlerle bakıyorlar, ruhsuz. Yurdumun üstüne öz cehennemlerini kocaman bir çadır gibi kurmanın hazzıyla geçiyorlar kendilerinden.
Üç yaşında bir çocuk yüzüme bakıyor, tasamın dalga dalga kıyılarına vurmasını dağıtıyor bir güneşli gülümseyişiyle.
Ey aydınlık sulara saldıran kör vaizler!
Kalbin yasasıdır aslolan,
Gün gelir
Bütün nehirler denizlere..
Fotoğraf: Pablo Picasso, Guernica, 1937
Guernica, Pablo Picasso tarafından 1937’de yapılan, İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na ait 28 bombardıman uçağının 26 Nisan 1937’de İspanya’daki Guernica şehrini bombalamasını anlatan, 7,76 m eninde ve 3,49 m yüksekliğinde anıtsal tablodur. Saldırı sırasında 250 ila 1.600 kişi hayatını kaybetmiş, çok daha fazla sayıda kişi de yaralanmıştı.
İspanyol hükümeti, Paris’teki 1937 Dünya Fuarı kapsamındaki Modern Hayatta Sanat ve Teknik sergisinin İspanya’ya ayrılan bölümünde sergilenmek üzere, Pablo Picasso’ya büyük bir duvar resmi sipariş etti. O sırada gerçekleşen hava saldırısından etkilenen Picasso, saldırıdan sonraki 15 gün içinde bu duvar resmini tamamladı. Tablo ufak bir dünya turu kapsamında çeşitli ülkelerde sergilendi ve beğeni topladı. Böylece İspanya’daki iç savaşa diğer ülkelerin ilgisi de çekilmiş oldu. Guernica, savaş trajedilerinin ve savaşın bireyler üzerindeki acı verici etkilerinin bir özetidir. Tablo zaman içinde, savaşın yarattığı trajedilerin anımsatıcısı, savaş karşıtı ve barış yanlısı düşüncelerin sembolü haline gelmiştir.
IŞIĞIM SÖNDÜ
-madencinin son mektubu-
Karıcığım hoşçakal, ışığım azalıyor,
Yanımda ölü arkadaşlarım.
Artık kömür kokulu ekmekler getiremeyeceğim sanırım.
Buraya kadarmış çocuklarım, hoşçakalın,
Hakkınızı helal edin; anacığım, babacığım.
Işığım azalıyor, hoşçakalın..
Üstüme değil içime çöken ocağın sessizliğinde
Tek tek seslerinizi duyuyorum, yüzlerinizi görüyorum,
Işığım azalıyor, soluğum azalıyor, biliyorum,
Yavaş yavaş dünyanın kara kalbine gömülüyorum.
Işığım söndü, işte gidiyorum..,
Ah, en çok da şimdi, bir bilseniz
Nasıl da bulutları, ağaçları, gökyüzünü özlüyorum.
Işığım söndü.. Hoşçakalın, arkadaşlarım çoktan gitti,
Artık ben de gidiyorum…
ŞERİF ERGİNBAY
BIÇAK GİBİ
Bu eli de siz alın,
bir sonrakini, bir sonrakini de.
Küçük oyunlar hep oynanır
hayatın büyük bahçesinde.
Ölümün şafağına değince alın
yalnızca kaybeden kazanır.
Duvarın çamurlu dibinde
ışıltılı bir bıçağım ben
üstümü yapraklar örtse de.
Artık kendi içime kanarım
ve yanarım kındaki sessizliğe.
Küçük oyunlar hep oynanır
hayatın büyük bahçesinde.
Size kalsın fıskiyeler, ıssı sular
Ben boğulurum denizlerde.
ŞERİF ERGİNBAY
KIRMIZILI KADIN
Orada değil
Orada değil kırmızılı kadın
Düşleri binlerce yıl uzakta,
Sen de eğil
Sen de bizimle bir
Bu soylu duruşa.
Orada değil, çok uzakta
“Bir ağaç gibi tek ve hür”*
-bağışlanmış çayıra çimene-
Ey zorba sıktığın gaz ulaşmaz
Savursa da saçlarını havaya.
Orada değil kırmızılı kadın
Düşleri: “Bir orman gibi kardeşçesine”*
ŞERİF ERGİNBAY
*Nazım Hikmet
GİDERKEN
Aynasız, gece otların sessizce büyüdüğü o yavaşlığın ele geldiği vakitlerde avluya kadar onlarca demir kapı eğildi büküldü: Utanç yığını!
Onlar giderken, yaz başı tarlaların gözden ırak yerlerinde, bağların kuytularında, ırmakların gölgeli söğüt dallarının altında otlar türkü söylüyordu, üstlerinde çiy damlaları parıldayarak: Düşle yoğur ekmeğini!
ŞERİF ERGİNBAY
Bir kedin olsun istersin.
Olur da.
Yatar parmaklığın dibinde, camı yalar.
Derken
Alışır kucağına,
Göğsüne mırıltılardan bir orkestra kurar.
Birkaç mevsim
Yazda, kışta, karda
Karışır birbirine soluklar.
Ve
Bir akşamüstü
Boştur parmaklığın dibi.
Kalırsın darda,
Parmakların üşümeye başlar
Belli belirsiz
O yanan patileri arar.
ŞERİF ERGİNBAY
AYKIRI DAL İLE UZAKLARDA BİR YURTSUZ BULUT
Aykırı dal yanıbaşındaki tepeye doğru büyüyor.
Dal zamana her çiçek sunuşunda atılganlığını aşıyor yeniden.
Ne zafer, ne yenilgi, ne bozgun ne de teslimiyet..
Hiçbiri sığmıyor şimdi onu çepeçevre saran dilsiz gökyüzüne.
Uzaklarda bir yurtsuz bulut: Kimsenin anımsamadığı, ne zaman kopup gitmişti Anadolu’dan, eski bir limandan. Kimse anımsamıyor. Çiçekler topladı dünyanın gizli kıyılarından, tohumlar dağıttı ovalara, yılları böldü, birkaç ömrü okşadı yankısını beklemeden.
Uzaklarda bir yurtsuz bulut: Yorulmuştu biraz, düşlerini her fırtınada bulup bulup yitirmekten. Başıboş bir rüzgar tepede unutup gitti onu. Aykırı dal bütün çiçeklerini onun yalnızlığına açtı; ve varoldular birlikte, yeryüzünden çekip giderken erdemli bir sığınak bırakmak için arkalarında..!
ŞERİF ERGİNBAY
GÜNLERCE O KIYIDA TEK BAŞINA
Her gün onlarca hoyrat fırtınanın yorduğu bedenini o karabasan mevsimin lanetli kollarından zar zor kurtarıp geldiğin bu kıyıda, sıcak kumlar ruhuna kucak açıyor ve oturuyorsun usulca ömrünün en geniş soluğuyla. Seninle bir deviniyor zaman, çarptıkça deniz kalbinin dalgalarına, çarptıkça suların bol köpüklü eteği. Seninle bir duruyor zaman sustukça ve kum öyküsünü fısıldadığında kulaklarına dupduru; oturup yeniden doğuruyorsun kendini sonra. Sonra, yeniden, günlerce, günlerce o kıyıda tek başına.
ŞERİF ERGİNBAY